11 Mayıs 2016 Çarşamba

2016 Art Institute of Chicago Günlüğüm

Sonunda uzun zamandır hayalini kurduğum, Dünya'nın en önemli müzelerinden biri olan Art Institute of Chicago'yu ziyaret ettim! Bu devasa müzeyi özellikle görmek istememin sebebi aynı anda birbirinden efsane onlarca sanatçının eserine ev sahipliği yapmasıydı. Modigliani, Matisse, Magritte, Gaughin gibi hayranı olduğum devlerin eserlerinin önüne geçip kendimi kaybettim, evet. :) Renklerle oynamaları, fırça darbeleri, tonlamaları, ışığı kullanış biçimleri... bu detayları Google'dan eserlerini aratarak hissetmek ne yazık ki mümkün olmuyor. NY' a gitmeme rağmen MOMA' yı gezme fırsatım olmadığı için Warhol ve Lichtenstein gibi Pop Art kaptanlarını da yakından hiç görmemiştim. Bu müze beni kendileriyle de bir araya getirdi. 5 saate yakın gezdiğim (resmen zamanı unuttuğum) bu özel tapınakta karşıma çıkan, beni büyüleyen bazı eserleri paylaşmak istiyorum. Eğer özellikle resime meraklıysanız ve Art Institute of Chicago'da neler ile karşılaşabilirsiniz öğrenmek istiyorsanız bu paylaşımlarım sizin için mutlaka faydalı olacaktır. Son yıllarda Tripadvisor kullanıcı tarafından da üst üste "Dünyanın en iyi müzesi" seçilen bu galeri, eğer gitme fırsatınız olursa, sizin için de inanılmaz bir deneyim olacak.

Müzeye giderken içinden geçtiğim Millenium Park' ta beni Anish Kapoor' un Cloud Gate, halk arasında şeklinden dolayı Fasülye "The Bean" olarak adlandırılan, heykeli karşıladı. Chicago'ya gidip Bean' in önünde fotoğraf çekmek olmazsa olmaz tabi ki. Çok güzeldi, devasaydı. 2006'da parka yerleştirilen bu heykel artık Chicago'nun baş sembollerinden biri haline gelmiş durumda.

Anish Kapoor, Cloud Gate, 2006





Şimdi de müzenin içine girelim hadi.. İşte en bayıldıklarım:

Jackson Pollock, Number 17A, 1948
 
Jackson Pollock, Greyed Rainbow, 1953

Joan Mitchell, City Landscape, 1955
Bu eser beni inanılmaz etkiledi - neden derseniz? "insanın anladığı kadarını anlatabilirsin" derim. Benim anladıklarım büyüleyici. :)

Andy Warhol, Liz #3, 1963

Andy Warhol, Flowers, 1964

Andy Warhol, Four Mona Lisas, 1978

Roy Lichtenstein, Artist's studio: "Foot Medication", 1974

David Hockney, American Collectors, 1968

Roy Lichtenstein, Ohhh... Alright... 1964

Jeff Koons, Woman in Tub, 1988

How Henri Matisse makes me :)


Amadeo Modigliani, Jacquez and Berthe Lipchitz, 1916


Portrait of Juanita Obrador, Joan Miro, 1918

Giorgio de Chirico, The Philosopher's Conquest, 1914

Gino Severini, Festival in Montmartre, 1913

Marc Chagall, White Crucifixion, 1938

Max Ernst, Untitled (Loplop presents), 1932

Roland Penrose, Camera Obscura, 1937

Victor Brauner, Acolo, 1949
Salvador Dali, Inventions of the Monsters, 1937


Rene Magritte, The Banquet, 1958

Paul Gaughin, Plynesian Woman with Children, 1908

Claude Monet, Water Lilies, 1906

Henri de Toulouse-Lautrec, At the Moulin Rouge, 1892/95

Georges Seurat, A Sunday on La Grande Jatte, 1884

Claude Monet, Rocks at Port Goulphar - Belle Ile, 1886

 Berthe Morisot, Woman at her toilette, 1875-80

 Grant Wood, American Gothic, 1930

Dadaism, portre, empresyonism ya da sürrealism sevebilirsiniz, inanın bana her zevke göre muhteşem eserler bir arada. Mutlaka görmek lazım. Ben tekrar gideceğim. Ama Chicago'nun "Rüzgar Şehri" olduğunu anladıktan sonra bu defa sanırım ziyaretim yazın olacak. :)

İlerleyen günlerde Washington DC'de gittiğim Smithsonian ve Renwick'e ait güzel görseller de geliyor!

Fırçalarım, boyalarım nerde??? :) Devam!

"Dream is the most real thing there is"

11 Ocak 2016 Pazartesi

Blackstar: Bowie'nin Veda Hediyesi

For me David Bowie is "Love at first sight"!
10 Ocak 2016 tarihi müzik dünyasının efsanelerinden biri olan David Bowie' nin aramızdan ayrıldığı gün olarak tarihteki yerini aldı. Bu acı haberi duyduğumda tüm sevenleri gibi şaşkınlık sonrasında gelen hüzün ile güne başladım. 18 aydır mücadele ettiği ve kimsenin bilmediği hastalığı ile savaşını kaybetti Ziggy Stardust. Veda yok, o sadece tam olarak ölümsüzleşti. "Blackstar" albümü ile bizlere "parting gift" planları yaparken, bu planları sadece birkaç kişi biliyordu. "Lazarus" klibi ölümünden sadece 3 gün önce Youtube'a post edildi. Son anlarında yine o özgün imzasını attı, sevenlerine bağlılığını, onlara duyduğu saygı ve sevgiyi kanıtladı.

Bowie ile ilk tanışmam sanıyorum ki bundan 10 yıl öncesine dayanır, üniversite öğrencisi olduğum dönem Last.fm ile yatıp kalktığım günlerdi. Klasik rock grupları arasında gidip gelirken kaşıma çıktı Bowie. Bir anda "Starman" favorim oldu, günde belki 10-15 kere dinlemekten bıkmıyordum. Sonra Space Oddity, China Girl, Loving the Alien ve diğerleri derken birden glam rock fanatiği olmuştum. Her şey bir yana bu adamın tarzı, cinsiyet, düşünce ve standart tüm inanışlardan uzak rengarenk ve özgür dünyası beni kendisinin tutkunu haline getirdi. Müzik tarihine konsept albüm formatını getiren, hem müzik tarzı hem de yaratıcı stilleri ile ünlü pek çok sanatçıya ilham kaynağı olan bir yaratıcı kendisi.

Ne yazık ki, ömür tükeniyor ama muazzam olan şey Bowie dünyanın asla unutmayacağı bir yerde oturmaya devam edecek. Beden gider ama ruh yaşamını sürdürür olayı tam olarak geçerli. Tüm kategorilerin ötesinde bir uyum ve bütünlük bu; ulaşılması en meşakkatli hayal, başka bir şey olamaz bence.

Awfully sorry that you are gone, but you're now free just like the bluebird!

 
Love you 4 ever Bowie!

RIP