Woody Allen 1979 yapımı filmi Manhattan'da harikalar yaratmış. Karısından boşanan Isaac televizyon için yüzeysel ve bayağı espriler yazan ancak esprileri çok tutan ünlü bir komedi yazarıdır. Tabi entelektüel tarafını düşündüğünde işine saygı duymamaktadır. Kaliteli romanlar yazarak kendini gerçekleştirmeyi hedefleyen Isaac'in Manhattan'daki yaşantısına tanık oluyoruz. Filmde Diane Keaton, Meryl Streep gibi ünlü aktrislerin güzellikleri ve başarılı oyunculukları büyüleyici. Ayrıca 70'lerdeki Manhattan'ı bizzat gezmiş kadar oluyorsunuz. Tüm filmleri gibi Manhattan da inanılmaz bir akıcılıkla ilerliyor. Kaçınılmaz kahverengi musluk suyu, küçük sokak arası barları, klasik araba ile geçilen Brooklyn Köprüsü, sanat galerileri insana o günlere ışınlanma isteği veriyor. Ve tabi Greshwin'in masalsı Rhapsody in Blue'su izleyeni içine çekiyor.
Rhapsody in Blue'nun hikayesi ise oldukça ilginç.
Ünlü Amerikalı orkestra şefi Paul
Whiteman, 1 Kasım 1923’te New York Aeolian Hall’da gerçekleştirdiği deneysel
klasik-jazz konserinin yakaladığı başarı sonrasında çok daha çarpıcı bir
konsere imza atmak ister. Gershwin’e, Şubat 1924’te Aeolian Hall’da vereceği jazz
konserinde bir konçerto ile dahil olmasını istediğini söyler. Gershwin’in bu
konçertoyu tamamlamak için sadece 5 haftası vardır.
Rhapsody in Blue, Gershwin’in Boston’a yaptığı tren yolculuğu
sırasında şekillenmeye başlar. Tren’in çıkardığı çelik ritimler, tıngırtılar ve
gürültüler ona ilham verir. Bestesini, Amerika’nın müzikal kaleydeskopu olarak hayal
eder: farklı kültürlerin bir arada benzersiz bir şekilde harmanlandığı çılgın
şehir hayatını yansıtan bir kaleydeskop. Boston’a ulaştığında konçertonun ana
hatları şekillenmiştir.
Zamanımız çok kısıtlı deriz, çeşitli bahaneler ile kendimizi tembelleştiririz. Oysa Gershwin'in yıllarca unutulmayan ve nesilleri büyüleyen tınıları çıkartmak için sadece bir kaç saati vardı.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder